Veled-i Zinâ'nın hükmü nedir?
Zinadan doğan çocuğun ne suçu vardır ki, tahkir
ediliyor ve bazı hakları kısıtlanıyor?
Zinadan doğan çocuğun tahkir edilecek (aşağılanacak) suçu
yoktur; ancak takdir edilecek ve diğerlerine üstün tutulacak yönü ve başarısı
da yoktur. (Yani dini açıdan veled-i zina olmayanlarla durumu eşittir.)
Bunu böylece tespit ettikten sonra önce şunu bilmek
gerekir:
İslâm’da; Hıristiyanlıkta olduğu gibi atalardan miras
alınan, “Ezeli bir günah” akidesi yoktur.
“Kimse kimsenin günahını yüklenmez.” ( İsrâ, 15)
“Kim zerre kadar hayır yaptı ise onu görür; kim zerre
kadar şer yaptı ise onu görür.” (Zilzâl, 8)
Bu önemli kuralı hiç akıldan çıkarmamak gerekir. Ama ne
var ki
(ayetteki ölçü) özellikle öbür Alem için yani Allah'ın yapacağı muamele
için böyledir.
Dünyada insanlar elbette bir takım değer yargılarının
etkisinde kalacak ve haklı ya da haksız bazı tavırlar sergileyeceklerdir. Bu
yüzden İbn-i Abbâs, zinanın esas sıkıntısını ve yükünü “veled-i zina”nın
çektiğini söyler. Ama dediğimiz gibi bu, toplumsal açıdan böyledir.
Çünkü zina her ne kadar büyük ve mahvedici bir suç ise de
zina edenler tevbe edebilirler. Allah da onların tevbesini kabul edebilir. Olan
çocuğa olur ve annesinin babasının ayıbını ölünceye kadar üzerinde taşır.
Babasına nispet edilmez, zinâ çocuğu olarak tanınır ve hakaret görür. Bunun bir
yönüyle (toplum için) psikolojik faydası da vardır; zinayı ve gayr-ı meşru
çocuk edinmeyi takbih eder, ondan tiksindirir ve sakındırır. Bir yönüyle de
günahsız bir insanı (veled-i zina olan kişiyi) yaralar, manen ezer. Ama öbür
âlemde kendi amelleriyle muamele görür.
İşte İbni Abbâs'ın: "Üçün en kötüsü veled-i
zinadır." (Beyhakî, Sünen) sözünün anlamı budur. Yani annesi babası tevbe
edip kurtulurlar, ama kendisi ise hep böyle hakaret görür. Binaenaleyh, dünya
gözüyle bu üçlünün en bahtsızı, zinadan doğan çocuktur. Ama tekrar edersek bu
insanların değerlendirmesidir (etiketlenme), nesep ve veraset dışında ne dünya
ahkamı, ne de bütünüyle âhiret ahkâmı konusunda onun diğerlerinden bir farkı
vardır.
Allah Rasulü Efendimiz s.a.v. “Veled-i zinaya annesinin
babasının günahından hiç bir şey yoktur” buyurmuştur. (Hâkim, Müstedrek)
“Veled-i zina cennete giremez” anlamındaki sözün hadis
olarak aslı yoktur. İbni Cevzi, bu anlamda sahih hiç bir hadisin bulunmadığını
söyler.
(bk. es Semhûdî, el-Gummâz 232; Sehavî 463 Müslim, radâ
36; Buhârî, vesâyâ 4, buyû 3; Ebû Dâvud, talâk 34; Hadisin değişik rivâyederi
ve geniş izahı için bk. Davudoğlu VN/383-88)
Veled-i Zinâ ile ilgili (İslam hukukuna göre) hukuki
durum (ahkam) ise söyledir:
1.Zina nesebi belirlemez. Çocuk “yatağındır, zina edene
ise mahrumiyet ve hüsran vardır.” ( Ebû Zehrâ; el-Ah'vâlü's-Şahsıyye 388-89)
Yani zinâdan doğan çocuk, nesep için asıl olan babaya
nispet edilmez, ona mirasçı olamaz. Babası da ona nafaka vermez. Doğduğu anneye
nispet edilir. Miras hukuku annesiyle kendi arasında cereyan eder. Çünkü
nesebin sabit olması bir nimettir. Suç ise nimeti doğurmaz, aksine sahibi için
nikmeti (mahrumiyeti) gerektirir. Ancak nesebi sabit kılmayan zina; haddi düşüren
herhangi bir şüphe taşımayan zinadır. Suç olma vasfını silen, ya da haddi (zina
cezasını) düşüren bir şüphe varsa, birinci durumda ittifakla, ikinci durumda da
tercih edilen görüşe göre, nesep sabit olur. Keza birisi yaşları bakımından
kendisinin olabilecek bir çocuğun nesebini (kendi çocuğu olduğunu) iddia
ederse; çocuğun da başkasından nesebi belli değilse, Hanefilere göre nesebi o
adamdan sabit olur. Ancak bu durumda o adamın, onun zinadan çocuğu olduğunu
söylememiş olması şarttır. Zinadan çocuğumdur, derse nesep yine sabit olmaz.
(Kasâni, Bedâyi VI/269)
2. Veled-i zinânın şehâdeti (şahitliği) -âdil ise, diğer
adıl insanlar gibi- makbuldür. Çünkü yukarıda işaret edilen ayetten
anlaşılacağı üzere, annesinin babasının zina etmiş olması onun adaletini
zedelemez. (Serahşî, IX/127)
3. Veled-i zinânın kendisine zinâ isnadında (kazf)
bulunana iftira cezası (hadd-i kazf) uygulanır. Çünkü o muhsandır (temizdir) ve
iffetlidir. Annesinin babasının suçu onun “muhsan” oluşunu düşürmez.
(Kal'acı, Mevsu'ati fikh-i Abdullah b..Abbâs N/31; Ibn
Hazm, el-muhallâ IX/430)
4. Dünyaya ait işlerde diğer insanlardan farkı yoktur.
Çeşitli görev ve sorumluluklar yüklenebilir. Her kademede idareci ve komutan
olabilir. Evlenmede vesaire akitlerde diğer insanlardan farkı yoktur.
5. İmam olmasını mekruh görenler vardır, ama buna sebep
olarak iki şey zikredilmiştir:
a) İlmi ve takvası olmamak. Çünkü Babası belli olmayan
(veled-i zinânın) eğitimi, genellikle ihmal edilir, çünkü üstlenecek kimsesi
yoktur. Böyle olunca da cahil ve takvadan uzak kalır. İmam olmasının mekruh
olması bundandır. Dolayısı ile bu sebep (illet) bulunmazsa, yani eğitim görmüş,
cahillik ve takvasızlıktan kurtulmuşsa, imamlığı da kerahetsiz caiz olur. Hatta
imamlığa, böyle olmayan nikâh evladından daha lâyık hâle gelir. (Mavsilî, 58)
b) İmamlığın mekruh olması, insanların ondan nefret edip,
cemaatten uzaklaşacaklarındandır. Bu izaha göre cahil olmasa da veled-i zinânın
imamlığı mekruh olur. (agk; Tahtavî (Merâkil-felâh ile) 245)
Ama bu kerahet kendisine değil de insanlara yönelik
olduğundan, bilinmediği (tanınmadığı) yerde imamlığı bu izaha göre de mekruh
olmaz.
Evlilik ve Aile Hayatı, Mehmed Emre
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder