DECCAL FİTNESİ NEDİR?
1812. Nevvâs İbni Sem’ân r.a. şöyle
dedi:
Bir sabah Resûlullah s.a.v. deccâlden uzun uzun
bahsetti. Sonunda yorulup sesini alçalttı, sonra tekrar yüksek sesle konuştu.
Biz onun anlatışına bakarak deccâlin Medine civarındaki hurmalıklara gelip
dayandığını zannettik. Tekrar yanına gittiğimiz zaman üzüntümüzü anladı ve:
- “Hayrola, bu ne hal?” dedi. Biz de:
- Yâ Resûlallah! Sabahleyin deccâlden bahsettin. Kâh
alçak sesle kâh yüksek sesle konuştuğun için, biz onun hurmalıklara gelip
dayandığını sandık, dedik. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
dayandığını sandık, dedik. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
- “Sizin adınıza deccâlden başka şeylerden daha çok
korkuyorum. Şayet deccâl ben aranızdayken çıkarsa, onun oyununu bozar,
delillerini çürütürüm.
Eğer ben aranızdan ayrıldıktan sonra çıkarsa, artık
herkes kendini ona karşı savunup korumalıdır. Zaten Allah Teâlâ müminleri onun
kötülüklerinden koruyacaktır. Deccâl kıvırcık saçlı, patlak gözlü, (Câhiliye
devrinde ölen) Abdüluzzâ İbni Katan’a benzeyen bir gençtir. Sizden onu gören
Kehf sûresinin baş (ve son) tarafından onar âyet okusun. O Şam ile Irak
arasındaki bir yerden çıkacak. Sağa sola her yana kötülüğünü yayacaktır. Ey
Allah’ın kulları, imanınızı koruyup direnin!”
- Yâ Resûlallah! Deccâlin yeryüzünde kalma süresi ne
kadardır? diye sorduk. Şöyle buyurdu:
- “Kırk gündür. Bir günü bir yıl kadar, bir başka günü
bir ay kadar, bir diğer günü de bir hafta kadardır; geri kalan günleri ise
sizin bildiğiniz günler gibidir.” Biz:
- Yâ Resûlallah! Bir yıl kadar olan günde, kılacağımız
bir günlük namaz kâfi gelecek mi? dedik.
- “Hayır, siz namaz vakitlerini ona göre takdir ve hesap
ediniz” buyurdu. Biz:
- Yâ Resûlallah! Onun yeryüzündeki sürati ne kadardır?
diye sorduk. Şöyle buyurdu:
- “Rüzgârın sürüklediği bulut gibi insanların yanından
geçer, ilâh olduğunu söyleyerek kendisine iman etmelerini ister, onlar da iman
ederler. Göğe yağmur yağdırmasını emreder, yağmur yağar; yere bitki bitirmesini
emreder, otlar, çayırlar biter; insanların yayılmaya gönderdikleri hayvanları
daha gösterişli ve semiz, sütleri daha bol olarak döner. Daha sonra başka
insanların yanına gelerek onları kendine inanmaya davet eder; fakat onlar
kendisine inanmayıp teklifini geri çevirirler; deccâl de yanlarından ayrılıp
gider; lakin sabahleyin suları çekilip çayır çimenleri kurur, hayvanları da
helâk olur.
Deccâl bir örene uğrayıp ‘Definelerini ortaya çıkar!’
der, o harabedeki defineler arıbeyinin peşinden giden arılar gibi deccâlin
arkasından gider. Sonra deccâl babayiğit bir genci yanına çağırıp onu kılıcıyla
ikiye biçer; vücudunun her parçası bir yana düşer; ardından ona seslenir.
Delikanlı gülümseyen bir çehreyle ona doğru gelir. Deccâl böyle işler yaparken
Allah Teâlâ Mesîh İbni Meryem a.s.’i (İsa a.s.) gönderir. Mesîh, boyanmış
iki elbise içinde, ellerini iki meleğin kanatları üzerine koyarak Dımaşk’ın
doğusundaki Akminare’nin yanına iner. Mesih parıldayan yüzüyle başını yere
eğince saçlarından terler damlar, başını kaldırınca inci gibi nûrânî damlalar
dökülür. Onun nefesini koklayan kâfir derhal ölür. Nefesi baktığı yere anında
ulaşır. Mesih deccâlin peşine düşer, onu (Kudüs yakınındaki) Bâbülüd’de
yakalayıp öldürür. Sonra Îsâ a.s., Allah Teâlâ’nın kendilerini
deccâlin şerrinden koruduğu birtakım insanların yanına gelir, onların yüzlerini
okşayarak deccâl fitnesinin sona erdiğini söyler ve kendilerine cennetteki
yüksek derecelerini haber verir. Bu sırada Allah Teâlâ Îsâ a.s.’e
vahyederek “Kimsenin öldüremeyeceği kullar yarattım; diğer kullarımı toplayıp
Tur’a götür” buyurur. Allah Teâlâ Ye’cûc ve Me’cûc’ü yeryüzüne gönderir. Onlar
tepelerden süratle inip giderler; öncüleri Taberiye gölüne varıp gölün bütün
suyunu içer.
Arkadan gelenler oraya vardıklarında, “Bir zamanlar
burada çok su varmış” derler. Îsâ a.s. ile yanında bulunan müminler
Tur dağında mahsur kalırlar. Onlardan her biri için bir öküz başı, sizin
bugünkü paranızla yüz altından daha kıymetli olur. Îsâ a.s. ile
yanındaki müminler bu belâdan kendilerini kurtarması için Allah Teâlâ’ya
yalvarırlar. Allah Teâlâ da Ye’cûc ve Me’cûc’ün enselerine kurtçuklar musallat
eder; hepsi bir anda ölüp gider. Ardından Îsâ a.s. ile müminler Tur
dağından inerler. Ye’cûc ve Me’cûc’ün kokmuş cesetlerinin olmadığı bir karış
yer bulamazlar. Îsâ a.s. ile yanındaki müminler bu belâdan da
kendilerini kurtarması için Allah Teâlâ’ya yalvarırlar.
Allah Teâlâ deve boyunları gibi iri kuşlar gönderir; bu
kuşlar onların kokmuş cesetlerini alarak Cenâb-ı Hakk’ın dilediği yere götürüp
atarlar. Sonra Allah Teâlâ hiçbir evin ve çadırın engel olamayacağı bol bir
yağmur gönderir; bu yağmur yeryüzünü ayna gibi pırıl pırıl temizler. Daha sonra
yeryüzüne “Meyveni bitir, bereketini getir” diye emredilir. O gün bir grup
insan tek bir nar ile doyar, kabuğuyla da gölgelenirler.
Yaylıma gönderilen hayvanların sütü de bereketlenir, bir
devenin sütü kalabalık bir grubu, bir ineğin sütü bir kabileyi, bir koyunun
sütü bir cemaati doyurur. Onlar böyle yaşayıp giderken Allah Teâlâ tatlı bir
rüzgâr gönderir; bu rüzgâr onları koltuk altlarından sarmalayıp her müminin ve
müslimin ruhunu alıp götürür. Yeryüzünde insanların en fenaları kalır; onlar
eşekler gibi birbiriyle tepişip herkesin gözü önünde cinsel ilişkide bulunurlar
ve kıyamet onların üzerine kopuverir.”
Müslim, Fiten 110 / Tirmizî, Fiten 59 / İbni Mâce, Fiten
33
HADİS-İ ŞERİF’İN AÇIKLAMASI
Kuran-ı Kerim’de kendisinden söz edilmeyen deccâl,
hadis-i şeriflerden öğrendiğimize göre kıyamet alâmetlerinden biridir.
Kıyametle ilgili her bilgi gayb sahasına girer. Gayb, akıl ve
duyular yoluyla hakkında bilgi edinilemeyen varlık alanıdır. Gayb hakkındaki
bilgiler ya Allah Teâlâ’nın veya Resûlü’nün haber vermesiyle öğrenilebilir.
Etrafımızda olup da kendilerini akıl ve duyularla bile idrak edemediğimiz varlıklar
ve yaşadığımız andan sonra olup bitecek şeyler bizim için gaybdır. Biz bu
konulardaki bilgileri ya Kuran-ı Kerim’den veya hadis-i şeriflerden
öğrenebiliriz. Kuran-ı Kerim'de gayb konusuna, önemi sebebiyle 60 yerde temas
edilmektedir. Bu âyetlerde gaybı sadece Allah Teâlâ’nın bileceği
anlatılmaktadır. Bunun bir tek istisnası vardır. O da yine Kuran-ı Kerim’de
şöyle belirtilmektedir: “Allah Teâlâ bütün görülmeyenleri bilir.
Sırlarından kimseyi haberdar etmez. Ancak bildirmeyi dilediği Peygamber müstesna.”
[Cin sûresi (72), 26].
İşte deccâl, kıyâmet, âhiret, cennet, cehennem ve daha
başka şeyler hakkındaki bütün bilgiler Cenâb-ı Hak tarafından Resûl-i Ekrem
Efendimiz’e bildirilmiş, o da bunlardan uygun gördüklerini bize haber
vermiştir.
DECCAL
Şimdi gelelim deccâle. Onun ahir zamanda ortaya çıkacak,
Allah Teâlâ’nın kendisine verdiği bazı imkânlar sebebiyle hârikulâde mârifetler
gösterecek ve böylece bazı insanları sapıtacak bir yalancı ve sahtekâr olduğu
anlaşılmaktadır. Zaten Deccâl kelimesi de yalancı, hilekâr, hakkı bâtıla, iyiyi
kötüye karıştıran kimse anlamına gelmektedir.
Peygamberimiz s.a.v. ümmetinden otuz kadar
yalancı deccâl çıkacağını, bunların kendilerini peygamber olarak
tanıtıp “Ben Allah’ın elçisiyim” diyeceklerini haber vermektedir.
(Buhârî, Fiten 25; Müslim, Fiten 84)
Gerçekten de tarih boyunca, anlatılan cinsten nice
yalancılar çıkmış, Allah Teâlâ onların hepsini perişan etmiştir. Hadisimizde
anlatılan büyük deccâl de şüphesiz aynı âkıbete uğrayacak, rezil ve
perişan olacaktır.
Peygamber Efendimiz s.a.v.’in, yukarıdaki konuşmasında
deccâlden söz ederken, sanki o sırada bu belâ Medine’ye gelip dayanmış gibi
ashâbına heyecanlı bir ses tonuyla hitap etmesi, sesini kâh alçaltıp kâh
yükseltmesi deccâlin insanlık adına ne büyük bir tehlike olduğunu anlatmak
içindir. Bazı âlimler hadiste geçen alçaltma ve yükseltme ifadelerini
ses olarak değerlendirmemektedirler. “Resûlullah deccâli -Bir gözü
kördür; Allah katında son derece basit ve önemsizdir- gibi ifadelerle hem
küçümsedi (onu alçalttı) hem de -Kıyametten önce ortaya çıkacak en büyük
fitnedir- gibi sözlerle onun ne dehşetli bir belâ olduğunu belirtti
(yükseltti).” şeklinde anlamışlardır.
Peygamberimiz s.a.v., ashâbın deccâlden çok
korktuğunu görünce onları teskin ve teselli etmek istedi; şayet ben hayattayken
deccâl çıkarsa onun oyununu bozar, delillerini çürütürüm, buyurdu.
Efendimiz s.a.v.’in “Sizin adınıza deccâlden başka şeylerden daha çok
korkuyorum” buyurması, esasen imanı kuvvetli kimseler
için deccâlin büyük bir tehlike teşkil etmeyeceğini göstermektedir. Şu
halde Müslümanlar çocuklarına dinlerini iyi bir şekilde öğrettiği, peygamber
vârisi olan güçlü ilim adamları yetiştirdiği sürece deccâl tehlikesi fazla fire
vermeden atlatılabilecektir.
Yine Resûlullah s.a.v.’in “Eğer deccâl ben
aranızdan ayrıldıktan sonra çıkarsa, artık herkes kendini ona karşı savunup
korumalıdır” buyurması, her Müslüman’ın kendi dinini iyi bir şekilde
öğrenmesi gerektiğini göstermektedir. Müslümanlar dinlerini iyice öğrendikleri
takdirde ne hakikî ne de sahte deccâller onları aldatabilecektir. Zaten
Efendimiz’in de belirttiği gibi, Allah Teâlâ mü’minleri deccâlin şerrinden
koruyacaktır. Resûl-i Ekrem Efendimiz’in “şayet deccâl ben aranızdayken
çıkarsa” buyurması, kıyametin ne zaman kopacağını bilmediği gibi, deccâlin
ne zaman çıkacağını da bilmediğini göstermektedir. Zira bir insan peygamber de
olsa, ileride olacak şeyleri ancak Cenâb-ı Hakk’ın kendisine haber vermesi
halinde bilebilir. Peygamber Efendimiz’in bu ifadesinden, deccâlin çıkacağı
zaman hakkında önceleri bilgisi olmadığı, bunun için de “şayet deccâl ben
aranızdayken çıkarsa” ifadesini kullandığı, fakat daha sonraları kendisi
hayattayken deccâlin çıkmayacağını öğrendiği anlaşılmaktadır.
Resûl-i Ekrem s.a.v. Efendimiz bu hadiste, deccâli
görenlerin, on sekizinci sûre olan Kehf sûresinin baş
tarafından (fevâtih) on âyet okumalarını tavsiye buyurmaktadır. 1023
numaralı hadiste de geçtiği üzere Resûl-i Ekrem “Kehf suresinin baş
tarafından on âyet ezberleyen kimse deccâlden korunur.” Buyurmuştur.
(Müslim, Müsâfirîn 257; Ebû Dâvûd, Melâhim 14)
Yine aynı kaynaklarda, bu rivayetin hemen ardından, Kehf
suresinin sonundan on âyet okunması tavsiye edildiği
kaydedilmektedir. Bu surenin baş tarafındaki ilk on âyette Cenâb-ı Hakk’ın
zâtını ve sıfatlarını bilmekten söz edilmekte ve O’nun ashâb-ı Kehf’i zâlim
Dakyanus’un şerrinden koruduğu anlatılmaktadır. Muhtemelen bu alâka sebebiyle,
deccâli görenlerin bu sûrenin ilk on âyetini okumaları tavsiye buyrulmuştur.
Biz hadisimizin tercümesinde her iki rivayeti de dikkate almayı uygun gördük.
1000 numaralı hadiste, bu sûreyi okuyan bir sahâbîyi dinlemek üzere meleklerin
yeryüzüne indiği de görülmüştü.
Peygamberimiz s.a.v., deccâlin her tarafa kötülük
yayacağını belirtmekte, onu görecek olan ümmetine hitaben “Ey Allah’ın
kulları! İmanınızı koruyup direnin!” buyurmak suretiyle, ümmetinin
mâneviyâtını yükseltmekte ve deccâl denen sahtekârı iman gücüyle
yenebileceklerini onlara hatırlatmaktadır.
Deccâlin yeryüzünde ne kadar kalacağını merak
eden ashâb-ı kirâm, onun kırk gün kalacağını fakat bir günün bir yıl, bir başka
günün bir ay, bir diğer günün bir hafta kadar uzayacağını, daha sonraki
günlerin ise normal günlerin uzunluğunda olacağını öğrendiler. Vaktin söz
konusu olmadığı o uzun günlerde namaz ibadetini nasıl îfâ edeceklerini merak
etmişler, o zaman namaz vakitlerini normal günlere kıyaslayarak hesap etmeleri
gerekeceğini öğrenmişlerdir.
Ashâbın böyle anormal bir zamanda nasıl namaz
kılacaklarını düşünmeleri, onların bu ibadete verdikleri önemi göstermektedir.
Deccâl çıktığı zaman “bir günün bir yıl kadar, bir başka günün bir ay
kadar, bir diğer günün bir hafta kadar olmasını” lafzî mânası dışında
anlayıp yorumlayan âlimler de vardır. Onlara göre deccâl yapacağı bir nevi
hipnotizma ile insanların göz ve kulak gibi duyu organlarını tesiri altına
alacak, başlarına gelen o müthiş belânın sıkıntısıyla zaman bir türlü geçmek
bilmeyecektir.
Deccâle verilen yetkiler, imanı güçlü olmayan kimseler
için onun ne büyük bir tehlike teşkil edeceğini göstermektedir. Onun emriyle
bol yağmurlar yağması, bol bitkiler yetişmesi, bu sebeple kısa zamanda gelişip
semiren sağmal hayvanların bol süt vermesi, bazı kimselerin deccâle inanmaması
üzerine ertesi gün sularının çekilip çayır çimenlerinin kuruması, bu sebeple
hayvanlarının helâk olması, deccâlin bir viraneye emretmesi üzerine oradaki
definelerin tıpkı bir arıbeyinin peşinden giden arılar gibi onun arkasından
gitmesi, kendisine inanmayan bir genci kılıcıyla ikiye böldükten sonra onu
tekrar diriltmesi düşündürücüdür.
Bütün bu hârikulâde olaylar, o günlere yetişen müminlerin
büyük bir imtihandan geçeceğini göstermektedir. Öldürülüp diriltilen
gencin deccâl karşısındaki tavrı ne kadar haşmetli ve mânalıdır. Âdeta
deccâle, sen beni bin kere öldürüp diriltsen de ben sadece kâinâtın yegâne
Rabbine iman ediyor ve senin bir sahtekâr olduğunu biliyorum dercesine
alaycı bir tavırla gülümsemesi, imanın sarsılmaz gücünü ne güzel ortaya koymaktadır.
Deccâl kötülüklerini yapmaya devam ederken Allah
Teâlâ Mesîh İbni Meryem’i yeryüzüne gönderecek (bk. 1814 numaralı hadis),
o da deccâli yok edecektir. Burada bir hatırlatma yapalım. Bilindiği üzere Hz.
Îsâ’ya mesîh dendiği gibi deccâle de
mesîh (mesîhü’d-deccâl) denmektedir. Mesîh, silmek anlamına gelen
mesh kelimesinden türemiştir. Deccâle mesîh denmesi, kendisinden
hayrın silinip alınması veya bir gözünün, hiç yokmuş gibi tamamen silinmesi sebebiyledir.
Zira deccâlin yüzünün bir tarafı tamamen dümdüz, dolayısıyla bir gözü
kördür.
Diğer hadislerden öğrendiğimize göre, var olan gözü de
tıpkı salkımdan dışarı fırlamış bir üzüm tanesi gibi pörtlektir. (Buhârî,
Ta’bîr 11, 33) Deccâle çok seyahat etmesi, mesafeleri silip süpürmesi sebebiyle
mesîh dendiği de söylenmiştir.
Hz. Îsâ’ya mesîh denmesine gelince, onun mübarek elini
hastalara sürerek (meshederek) iyileştirmesi sebebiyledir. Allah Teâlâ’nın bir
Mesîh’i diğer bir Mesîh ile yok etmesi ne kadar anlamlıdır. “Biz hakkı
bâtılın tepesine bindiririz de o, bâtılın işini bitirir” [Enbiyâ
sûresi (21), 18] âyet-i kerîmesi, deccâlin de aralarında bulunduğu bütün
bâtılların âkıbetini dile getirmektedir.
Hz. Îsâ’nın, parıldayan yüzüyle başını yere eğince saçlarından
terler damlaması, başını kaldırınca inci gibi nûrânî damlalar
dökülmesi onun vücudunun son derece mevzûn, yüzünün güzel olduğunu
göstermektedir. Elbisesi hakkında verilen bilgiler de buna eklenince, onun çok
güzel bir görünüme sahip olacağı anlaşılmaktadır. Peygamber Efendimiz s.a.v.
bir başka hadisinde onun tatlı esmer bir sîmaya sahip orta boylu bir insan
olduğunu, pek kıvırcık olmayan pırıl pırıl saçlarının omuzlarını dövdüğünü,
hamamdan yeni çıkmış gibi hafifçe kırmızı tertemiz yüzünden sular damladığını
anlatmıştır. Hz. Îsâ’nın nefesini koklayan kâfirin derhal
ölmesi ifadesini bazı âlimler, güçlü nefesinin gözünün gördüğü yere kadar
ulaşacağı ve kâfirlerin ona yaklaşmaya fırsat bulamadan öleceği şeklinde
anlamışlardır.
Hadisimizde Hz. Îsâ’nın Dımaşk’ın doğusundaki
Akminare’nin yanına ineceği belirtilmektedir. Nevevî VII. (XIII.) yüzyılda
bu minarenin mevcut olduğunu söylemektedir. Hz. Îsâ’nın Kudüs’e veya Ürdün’e
ineceğine dair rivayetler bulunduğu da söylenmektedir. Ama onun deccâli
öldüreceği yerin, Kudüs yakınında bulunan ve bugün de Bâbülüd diye anılan yer
olduğu hadisimizde zikredilmektedir.
Şüphesiz deccâl fitnesi insanoğlunun yeryüzünde göreceği
en büyük fitnedir. Bu sebeple bütün peygamberler ümmetlerine bu fitneden söz
etmişler ve ondan sakındırmışlardır. (Tirmizî, Zühd 3; İbni Mâce, Fiten 33;
ayrıca bk. 21. hadis).
Peygamber Efendimiz s.a.v. de deccâlin fitnesinden
Allah’a sığınmış, dolayısıyla bizim de ondan Cenâb-ı Hakk’a sığınmamızı tavsiye
etmiştir.
YE’CÛC VE ME’CÛC
Deccâlden sonraki büyük fitnenin Ye’cûc ve
Me’cûc fitnesi olduğu anlaşılmaktadır. Kuran-ı Kerim’de iki yerde Ye’cûc
ve Me’cûc’den söz edilmektedir. Birinde, bozgunculuk yapan Ye’cûc ve Me’cûc’ün
Zülkarneyn’e şikâyet edilmesi, onun da bu zorbaların bulunduğu yeri demir
kütleleriyle tıkayarak bir daha dışarı çıkamayacak şekilde önlerine bir set
yapması [Kehf sûresi (18), 94-98], diğerinde ise, hadisimizde geçtiği gibi,
“Ye’cûc ve Me’cûc’ün önündeki seddin açılıp her tepeden akın etmeleri” hâdisesidir.
Ye’cûc ve Me’cûc’ün, Hz. Îsâ ile birlikte Tur’da korunan
müminler dışında yeryüzündeki bütün insanları öldürmesi bu felâketin
büyüklüğünü göstermektedir. Cenâb-ı Hakk’ın bu önünde durulmaz barbarları
enselerine kurtçuklar musallat ederek bir anda mahvetmesi, daha sonra
yeryüzünün âdeta yeniden ihyâsı ve yaşamaya daha elverişli hale getirilmesi
olayları ise kâinâtın Rabbi’nin her şeye kâdir olan sonsuz gücünü
göstermektedir.
Deccâl ile Ye’cûc ve Me’cûc fitnelerinden kurtulan
ve benzeri görülmemiş derecede mutlu bir hayat süren müminlerin ölümünden
sonra yeryüzünde insanların en kötülerinin kalması, onların eşekler gibi
herkesin gözü önünde cinsel ilişkide bulunacak olması ve kıyametin onların
üzerine kopuvermesi de pek düşündürücüdür. Bu çağda zinanın suç kabul
edilmesini gerilik sayan, nefsânî arzularının tatmini önünde hiçbir sınır
tanımayan ve dolayısıyla Peygamberimiz s.a.v.’in ifadesiyle eşekler gibi
herkesin gözü önünde cinsel ilişkide bulunmak isteyen kimselerin durumu,
üzerlerine kıyamet kopacak o en fena, en talihsiz kimselerin halinden
farksızdır. Cenâb-ı Mevlâ o bozuk zihniyetli insanların şerrinden bizi ve
yavrularımızı muhafaza buyursun.
HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ
1. Deccâl insanın dünya hayatında karşılaşacağı en büyük
fitnedir.
2. Müslümanları onun şerrinden derin imanları
koruyacaktır.
3. Deccâl yeryüzünde kimi uzun kimi kısa olmak üzere kırk
gün kalacaktır.
4. Deccâl, kasırga önündeki bulut gibi
yeryüzüne süratle yayılacaktır.
5. Kendisine verilen imkânlar sebebiyle beşer gücünün
üstünde işler yapacaktır.
6. Hz. Îsâ yeryüzüne inerek deccâli öldürecek, insanları
onun şerrinden kurtaracaktır.
7. Hz. Îsâ Ye'cûc ve Me’cûc’ün geleceğini haber alınca
müminlerle birlikte Tûr dağına gidecek, Ye'cûc ve Me’cûc belâsı ortadan
kalkıncaya kadar orada mahsûr kalıp açlık sıkıntısı çekeceklerdir.
8. Önlerinde kimsenin duramayacağı Ye'cûc ve Me’cûc,
yeryüzünü talan edip herkesi öldürecek, Allah Teâlâ da onları, enselerinde
yaratacağı kurtçuklarla bir anda mahvedecektir.
9. Yeryüzü Ye'cûc ve Me’cûc’ün leşlerinden temizlendikten
sonra insanlar bolluk ve bereket içinde yaşayacaklardır.
10. Daha sonra Allah Teâlâ müminlerin ruhlarını
kabzedecek, yeryüzünde en kötü insanlar kalacak, kıyamet onların üzerine
kopacaktır.
RİYAZU’S-SALİHİN, 7. CİLT, 1812. HADİS.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder